29 Kasım 2016 Salı

HALEP AĞIDI

Yüz yıllık hasretim, bin yıllık yurdum;
Tarumar eylenen Halep yanıyor!
Zalimin zulmünü nice duyurdum,
Sanki oyuk oyuk yaram kanıyor!

Ey yüreği volkan, pusatsız yiğit;
Seni vuran puşttur, unutansa it!
Varsın acun çeksin vicdana kilit,
Türk, günde beş vakit seni anıyor!

Gözünden kan sızan günahsız balam,
Huzurlu gecesiz, sabahsız balam...
Sana bunu yapan Allah'sız, balam!
Seni öldürmekle yendi sanıyor!

Ne bilsin Halep'i cehil birisi,
Ne ceddi hatrında ne de dirisi.
Gayrımız olamaz, hele Kilis'i
Antep'i bilenler iyi tanıyor!

Orada bir bozkurt: Selami Aynur!
Cüreti kalbime ansızın vurur...
Kim demiş ulu Türk bir ömür uyur?
Aç vefa gözünü, bak uyanıyor!

Gördüğün pek kadim şehit kervanı;
Yönü Kızılelma, seyret rahvanı.
Tanrı tayin eder yola revanı,
Bul, hangi çileli yol tıkanıyor?

Yüz yıllık hasretim, bin yıllık yurdum;
Tarumar eylenen Halep yanıyor!
Zalimin zulmünü nice duyurdum,
Sanki oyuk oyuk yaram kanıyor!
...

Bleda YAMAN

23 Kasım 2016 Çarşamba

DELİLERE YER YOK

Hilkatten mi bu delilik? Bu erimez, bu çözülmez aşk… Öylesine olmamalı, öylesine sevmemeli. Öylece sevmeli. Olduğu gibi… En fazla fesleğen kadar kokmalı hasret. Burnumuzun direği kırılmamalı. İnsan, deli gibi sevmemeli! Ya da boşver, böyle iyi. Belki sevmek delilik… Hilkatten mi bu delilik?

Aklın ve kalbin muharebesindeyiz. Aşk, en insancıl savaş; en katil barış bize göre. Anlayacağınız gün batımından şafağa uzanan bir kavga değil bu! Adem’den kıyamete… Delinin ömrü ölene kadar kaç kez öldüğünü saymakla geçmez mi? Ya da kaç kez dirildiğini… Her savaş sonrası hüznü alnımızda taşır gibiyiz. Aklın ve kalbin muharebesindeyiz.

Sebepler aynı, sonuçlar da aynı olmalı. Türkü çaldığında herkes birini hatırlar. Türkü çaldığında o da beni hatırlamalı. Bunu derken deliyim, bırak severken delireyim! Karmaşığız, zoruz. Dolambaçlı hayalleri seviyoruz. Modern zamanlarda şahsa, aşk gibi kocaman bir anlam yüklüyoruz. Kaldıramadıklarında da üzülüyoruz, deliriyoruz. Sanırım delice seviyoruz ama öylece sevmiyoruz. Vatan derken, bayrak derken, millet derken, vuslat derken bile gözlerimizi kapatıp bir çift göze bakıyoruz. Bin bir filozofun ruhunu bir çırpıda yaşıyoruz. Tanrı’nın isteklerinin yerine mahlukun isteklerini dikkate alıyoruz. Gül isteyene gül olmak lazım, gül vermek değil. Kimse bize “Gülsünüz.” Demiyor. Deliyiz ya hani? Kimse “Özgürsünüz.” Demiyor. Kuşlar öttüğünde herkes birini hatırlar. Kuşlar öttüğünde onlar da bizi hatırlamalı. Sebepler aynı, sonuçlar da aynı olmalı.

Delilere yer yok! Kirli-temiz sokakta, geniş-dar kaldırımda, bir fesleğen saksısında, bir mahzenin kuytusunda, bir prenses uykusunda, şehrin en kalabalık-en ıssız meydanında yer yok bize… En azından şimdilik! Derviş olsak iyi, divane olsak iyi, hiçiz. Deliyiz ya, “Hiç!” deyip geçeriz. Bu dünyanın ırmaklarından değil maveranın çeşmelerinden içeriz. Bize yer yok! Hanlardan, hamamlardan, ışıltılı caddelerden, en asil kalelerden, göl kıyılarından, deniz kumlarından, taş köprülerden değil; kendimizden geçeriz. Dünya bizim, siz bizimsiniz. Ne küçücük dünyada, ne kocaman yürekte yer yok, siz dünyada kalın. Deliler çok. Delilere yer yok!

Bleda YAMAN

16 Eylül 2016 Cuma

VEFASIZ YÂR GAZELİ

Zengini, kodamanı, tıkınanları sever!
Şan için, şöhret için ıkınanları sever!

Ol vefasız yâr deyû bilip andıklarımız
Uzaktan caka satıp okunanları sever!

Kirpiğini sakınıp üzerine titreme,
Yalnızca kendisini sakınanları sever!

Ne bir ülkü ne bir gam... Tasasızlar ordusu,
Ottan çöpten şeylerden yakınanları sever!

Bıraksalar bir ömür gözlerinde erirsin,
Fıldır fıldır etrafa bakınanları sever!

Gönül aşkı bilse de uysal olma ey âşık,
Vefasızlar sert tavır takınanları sever!

Sen o masum elleri kıyamazken tutmaya,
Ruh'na değil tenine dokunanları sever!

Senin rüyâ dediğin koskoca bir riyâdır,
Gözünden yüreğine akan kanları sever!

Bırak halis niyeti ey onurlu saf aşık,
Kibrinde boğulan yâr, yasak anları sever!

Bleda YAMAN

8 Eylül 2016 Perşembe

MAHBUBE'Yİ NEDEN YOK ETTİM

“Sakin ol. Üzme kendini. Söyle o yufka yüreğine, kimseye bir şey olmadı.”

William Shakespeare – Fırtına

          Bir İstanbul akşamıydı. Önümde çayım ve sigaram, elimde heyecanla tuttuğum bir kitap; Osmanlı Padişahları… Reşat Ekrem KOÇU’yu her okur gibi keyif alarak ve yer yer sırıtarak okuyordum. Bir ara kitabın arka sayfalarına konulmuş olan sözlüğe daldım. Eski kelimelerin günümüz karşılıkları verilmişti. O kadim ve ihtişamlı kelimelerin efsunlu alemine dalmışken bir çift kelimenin çığlığıyla uyandım: ‘Mahbube-i lanazîr’ yani eşsiz, güzel kadın. Bu sıfat öyle hoşuma gitmiş olacak ki hayal dünyam sığ olmasına mukabil, muhteşem güzellikte bir hatun kişi canlanıverdi gözümün önünde. O ana kadarki tüm ‘şöhret sahibi’ kadınlar aklımdan uçup gitti. Güntülüler, Leylalar, Mihribanlar… Dedim ki kendi kendime, gerçeklerden usandık, bıktık. Bari hayalimdeki kadının adını dahi ben koyabileyim. Mahbube… Evet, Mahbube olsun adı! Böylelikle Mahbube, İstanbul’da doğdu.

          O günden sonra şiirin maliki de muhatabı da Mahbube oldu. Ona şiir yazarken, tivit atarken, hikaye yazarken ne Kafka’nın Milena’sına hayıflandım; ne de Abdullah KILAVUZ’un Süveyda’sına… Sanırım ilk kez bu kadar içten yazıyor ve serencamını düşünmüyordum. Özellikle “Ayarsız” için yazdığım şiirlerde Mahbube bir ahenk unsuru olmaktan ziyade ahengin bizzat kendisiydi. Peki neden böyle hayali bir karaktere ihtiyaç duydum? Bu sorunun net bir yanıtı yok. Belki ruhumdaki edebi açlık, belki hastalıklı yalnızlığım, belki şizofrenik takıntılarım… Yanıtlar ehemmiyet teşkil etmiyor; çünkü bizim gibi adamlar illa hayatının merkezine –ontolojik mahiyeti ne olursa olsun- bir “hatun kişi” koymazsa olmuyor nedense! Tabiri caizse, kendimiz kaşınıyoruz. Hâl böyle olunca Mahbube’nin bir anda müptelası oluverdim. Bırakın hayatıma anlam katmayı, hayatın anlamına dönüşüvermişti. Haksız da sayılmam aslında. Mahbube, sevgili demek… Sevgili ne demek? Gerisini düşünün işte.

          Ben kendime şair demeyi ar edinen bir Türk evladıyım. Nedenini hep şöyle izah etmişimdir: Şairlik, bana göre bir makamdır. O makama erişilene kadar belki çok acı, çok hasret, çok cefa, çok emek, çok sevgi, çok fedakarlık gerekir. Ben şiir işçisiyim. Çünkü bir insan bir işi icra ederken ortaya sadece emeğini koyuyorsa o insan işçidir. Bir insan bir işi icra ederken ortaya aklını ve emeğini koyuyorsa o insan zanaatkârdır ve bir insan bir işi icra ederken ortaya hem emeğini hem aklını hem de yüreğini koyuyorsa o insan sanatkârdır! Ben şimdilik Türkçe ülküsü yolunda şiire emek verdiğimi düşündüğüm için ‘şiir işçisiyim.’ Bir gün aklımı ve yüreğimi de ortaya koyarsam şair olurum. Bu durumu izah etme gereği duymamdaki en mühim saik şüphesiz Mahbube’ye yazdığım şiirlerdir. Evvelden de insanların taltifine mazhar olarak şair diye anılmışlığım olsa da “Ayarsız şair” diye tarif edilmem Mahbube sayesinde vuku bulmuştur. Hayali bir karakteri samimiyetle içselleştirip bağrına basan kadirşinas okuruma bir kez daha minnet ve şükranlarımı sunuyorum…

          Gelelim bu denemenin yazılmasına vesile olan vaziyete… Bir Mahbube’yi yok ettim diye bana kızdınız, gönül koydunuz. Ben bir çuval mektubu yakacak kadar cesur; ama o mektuplarda yazılanları unutamayacak kadar aciz bir adamım. Cesaret ve acziyet hilkatimdendir. Pekala, Mahbube’yi neden yok ettim? Neden var ettiğimin yanıtının müphem olduğunu yukarda belirttim. Ancak neden yok ettiğime gelince, -tam burada sigara içenler bir dal tüttürsün-  kendime karşı herkesten acımasız olacağım. Şairlerin ve şair namzetlerinin en büyük kavgası kendiyledir. Başkalarıyla olan kavgalarım yüzünden kendimle olan kavgamı unutmak üzereydim, bu yüzden yok ettim. Bir gün sıradanlaşmış dizeler yazan ‘Trahomlu şair’ olarak anılmaktan korktum, bu yüzden yok ettim. Hiçliğe ve yokluğa talip olmanın zorluğuna dayanamayacağımı düşündüm, bu yüzden yok ettim. Öylesine âşık olmanın ve aşk şiirleri yazmanın kişiyi erdem sahibi kılmayacağına kani oldum, bu yüzden yok ettim. Çünkü bu devirde âşık olmak için ne medeni cesaretimiz ne de maddi imkanımız vardı. Eskiden aşk, paha biçilmez bir lütuftu. Şimdiyse aşk, her türlü statüye kavuştuktan sonra sahip olmak istenilen bir lüks! Diyeceksiniz ki bir çuval mektubu yakarken cesaret narası atıyordun, ne oldu? Hem haklı hem de haksızsınız. Aşka dair yorumum, cesaret hususu açısından değil acziyet hususu açısından değerlendirilsin lütfen. Bürokrat olma ideali ile Mülkiye’ye girip, bürokrasiden tiksinmiş vaziyette Mülkiye’den mezun olan meczup bir edebiyat düşkünüyüm, Mahbube’yi bu yüzden yok ettim. Şiirde gerçek vardır; oysa hakikât kaderdedir. Hayallerimin kurbanıyım derken hakikâtlerin kurbanı oldum, bu yüzden yok ettim. Mahbube ete kemiğe bürünse ve dünyanın en meşhur ve en kahpece sorusunu sorsa ne derim diye sustum, bu yüzden yok ettim. (Dünyanın en kahpece sorusu: Neyine güvendin de sevdin?)

          Daha sayabilirim. İster bahane olarak görün, ister laf salatası yapıyor deyin. Bu devirde hiç olmayan bir kişiyi, bir şeyi sevmek için bile bedel ödetirler adama. Bedel ödemekten bıktım, bu yüzden yok ettim. Memleket ve memleketin dört yanı yangın yeriyken “Biliyor musun, aşk şiiri yazmaktan bıktım.” diyen Turgut UYAR misali ruhumda zelzeleler yaşadım, bu yüzden yok ettim. Her şey bir yana; varı da yoğu da var eden şüphesiz yüce Allah… Yoktan yok ettiğimi iddia ederek veda etmiştim Mahbube’ye. Yazıyı nihayete erdirmeden evvel belirtmeliyim ki Mahbube’nin bu denli alaka uyandıracağını bilemezdim. Sırf bu alaka beni şereflendirmiş, onurlandırmıştır. Günü geldiğinde nasip olur da şiir kitabım çıkarsa başlığı “Mahbube’ye Hâl Beyânı” olacak. Bunu da buradan ilan etmiş olayım. Kim bilir belki bir gün Mahbube çıkar gelir ve hem kendi adına hem de okur adına hesap sorar…


27 Haziran 2016 Pazartesi

BİR SABAH UYANDIĞINDA

Bir sabah uyandığında
kuşlar konser verecek.
Aşkımızın türküsünü çığıracaklar.
Dünyada ne kadar çiçek varsa
hepsini buraya çağıracaklar!
Parıldayacak uykulu gözlerin.
-Gözlerin ki güneş gibidir;
bakamam uzun uzun-
Bir sabah uyandığında
kaybolacak hüzünler.
Hasret sürgün, keder idam edilecek.
Köşe başındaki açları tok,
çıplakları libasla göreceksin.
Bir sabah uyandığında
ülkece kalkınacağız.
Paramız da sevgimiz de değerlenecek!
"Gelişmekte olan ülke" yerine
"Gelişmiş ülke" diyecekler bize.
Kimse karışmayacak iç işlerimize...

Bir sabah uyandığında
ellerimden tutmalısın.
Ben bu yükü tek başıma taşıyamam.
Dükkan açan esnaf
ve bağıran simitçi cıyak cıyak,
ellerimi bırakırsan herkes bize acıyacak!
Üşütmeyen yağmurlar yağsın isteriz,
bulutlar emrine âmâde olacak.
Bir sabah uyandığında
mutlaka bana sarıl.
Mutlu rüyâlardan miras tebessüm ile...
Uyuklarsam bana darıl bir saniyeliğine.
Böyle böyle yaşarız, hayâl ederek...
Ruhuna sahibim Mahbube, cismine ne gerek!

Zamandan ve mekandan
bir anlık kopacağım.
Bir sabah uyandığında
alnından öpeceğim...

Bleda YAMAN

16 Haziran 2016 Perşembe

ENVER'İN AŞK TÜRKÜSÜ

Rûhuna şefkat ve sevgi dolanın
Anla ki kutlu bir seciyesi var!
Her çağda meşrebi Enver olanın
Güzeller güzeli Naciye'si var...

Aşkla başlar her şey ve aşkla biter,
Bir dava uğruna bin ocak tüter!
Afakı doldurur barut, kan ve ter,
Şanlı bir ecdadın bakiyesi var!

Ey Enver! Mazimin şehit yiğidi!
Türkistan aşığı Turan kilidi!
Gel de bak ahvâle, görüver şimdi
Korkağı, haini, takiyesi var!

Bahtına koyulan yasakmış rahat,
Çeğen'de ne için etmedin ricat?
Çünkü Allah, vatan, namus, ittihat
Uğrunda ölümün hediyesi var!

Dinleyin! Enver'in türküsüdür bu!
Türk'e miras kalan ülküsüdür bu!
Her çağda aşığın öyküsüdür bu!
Anlatmak borcumuz; tediyesi var!

Bleda YAMAN

9 Nisan 2016 Cumartesi

KIRILDI GÖNLÜMÜN CAM-I CEMLERİ

Kırıldı gönlümün cam-ı cemleri,
İçemem bir yudum aşk şarabından.
Kuşattı ruhumu efkâr demleri,
Âh şu yalan acun bana bir zindan!

Yüzü nur, elleri çiçek bezeli
Birisi yok artık yanı başımda.
Ağyara yâr oldu cihan güzeli,
Yalnız öldü yazsın mezar taşımda...

Gözleri dağlanmış garip sürünün,
Kimseyi görmeyen bir âmâsıyım.
Kısmeti bağlanmış dünün, bugünün
Mutluluk nezdinde muammasıyım.

Müşkülü bitiren Fettah var iken,
Yarattığı kuldan umamam nusret!
Kan sızar ruhumdan, dört yanım diken;
Nicedir diyarım bahara hasret...

Kırıldı gönlümün cam-ı cemleri,
İstemem bir yudum aşk şarabından.
Yıkılsın kalplerin tüm sanemleri!
Dönülsün vuslata kahpe akından...

Bleda YAMAN

5 Nisan 2016 Salı

MAHBUBE'YE HÂL BEYÂNI

İyi değilim Mahbube.
İlk kez bulutlar yük üzerimde
ve ilk kez yolculuk uzun.
Kimse farkında değil
huzursuz olduğumuzun...
İyi değilim Mahbube.
İlk kez yıldızlar dargın bana
ve ilk kez sükûnet uzun.
Kimse farkında değil
mutsuz olduğumuzun.

Eskiden tamamlar gibiydi
her şiiri gözlerin.
Şimdilerde maviliklerin en azılı hasmıyım.
Bir de bıraktım bana dargın
yıldızları saymayı.
Hem küllükler doluydu ağzına kadar,
hem bu saatlerde şiirler gaddar...

İyi değilim Mahbube.
Ne ince alayları seziyorum artık,
ne siyasi tarih meraklısıyım.
Ama ben hep bıraktığın yerdeyim.
Bir Türkmen sagusuyla yine ağlıyorum.
Halâ sıskayım, hafif de kambur.
Yine caz dinlerim, arada tanbur.
İyi değilim Mahbube.
Spor ayakkabı giyiyorum.
Ne kalın sözleri kovalıyorum artık,
ne ceza hukuku meraklısıyım.

Eskiden gezdirir gibiydi
her şehiri gözlerin.
Şimdilerde seyahatlerin en azılı hasmıyım.
Bir de bıraktım bana karanlık
yollara bakmayı.
Hem param yoktu bir kuruş kadar,
hem bu saatlerde şehirler gaddar...

İyi değilim Mahbube.
Bunda suçun çok...

Bleda YAMAN

3 Şubat 2016 Çarşamba

AYARI KAÇTI YALNIZLIĞIN

Eski radyolar nasıl çalar bilirsin.
Eğil, kulak ver kalbime delirirsin...
Denizlerde aradım hep huzuru
gözlerin varken.
Kuşların sesine sığındım acizken.
Merhamet diledim senin adına Tanrı'dan.
Ben hep bu zaman üşürüm  a dilber,
rüzgâr hayâlini kovarken...

Eski şiirler nasıl ağlar bilirsin.
Eğil, kulak ver kalbime delirirsin.
Bazen şehrin gölgesi yeter.
Özlemek diyorum a dilber,
Özlemek beter...
Hiç belirsiz değildi şafağım,
hiç buğulu değildi ufkum.
Ben hep yalnızlığın avcunda maruftum.

Eski kitaplar nasıl kokar bilirsin.
Eğil, kulak ver kalbime delirirsin.
Kızıllığın koyusunda boğuluyorum artık,
vefasızlığın koynunda uyuyorum.
Bir şeytana bel bağlarcasına,
bîreng kahırla sana uyuyorum...
Affet Allah'ım, sen bana mağfiret..!
Her lahza iblisin sesini duyuyorum...

Eski adamlar nasıl sever bilirsin.
Eğil, kulak ver kalbime delirirsin.
Ellerimde kuytuların izleri...
Beklemek diyorum a dilber,
beklemek yeşertmez filizleri.
Pamuk şeker isteyen bir çocuk,
parlamak isteyen bir yıldızım göğünde.
Ayarı kaçtı yalnızlığın a dilber,
ne olur sarılsan beni gördüğünde...

Eski radyolar nasıl çalar bilirsin.
Eğil, kulak ver kalbime delirirsin...

Bleda YAMAN | Üsküdar, Salacak

29 Ocak 2016 Cuma

MALÛM AŞK

Sen bana fısıldasan en güzel beste olur,
Can olursun ruhuma, ölüm aheste olur.
Müşkülümler solmadan ellerine değsin ki,
Uğruna yazılanlar sana berceste olur...

Gönüller bir olsun ki anda hiçe erelim,
Elemleri kovalım, hüzünleri derelim.
Yağmurlara göz kırpıp aşkı göğe serelim,
Malûm aşkın ilanı şimdi şayeste olur!

Bleda YAMAN 

24 Ocak 2016 Pazar

TADI KAÇTI YALNIZLIĞIN

Bir umudun peşindeyim,
Nice yollar aşıyorum.
Hayâl hayâl erir insan,
Ne diye uğraşıyorum?

Mazi şimdi derin kuyu,
Esir etmiş onca huyu.
Zihnimde süren uykuyu,
Kaşıdıkça kaşıyorum.

Kimi yırtık kimi utlu,
İnsandır; hilkâti kutlu.
Ama mesut, ama mutlu
Olanlara şaşıyorum.

Hele gelsin hesap günü,
Kalmaz kimselerin ünü.
Bu dünyada dert yükünü,
Yüreğimde taşıyorum.

Derman bilmez bunca yığın,
Ey gönül sen aşka sığın!
Tadı kaçtı yalnızlığın,
Öylesine yaşıyorum...

Bleda YAMAN

10 Ocak 2016 Pazar

ŞEYTAN İŞİ

Ve bir gece yarısı,
Hiç yabancı değil bu hasret.
Özlenen hep yanlış kişidir,
Belki de sevmek şeytan işidir.

Bleda YAMAN

BEN SENİN BİLDİĞİN ERKEK DEĞİLİM

Utandırır beni bir resmin bile,
Ben senin bildiğin erkek değilim.
Nasıl anlatayım sığmaz ki dile,
Ben senin bildiğin erkek değilim.

Okuduğum kitaplardan tut da
omuzladığım yüke kadar...
Ağırdır, ağırdır, ağırdır her şey.
Sevmek, bisiklet sürmeye
benzemez mesela.
Sevmeye çalışmak diye bir tabir yoktur.
Bedenimdeki yaralar, ruhumdaki yaralar...
Bir bisiklet kazasından kalma değiller.
Sevmek eyleminden hatıralar onlar.
İçtiğim çaydan tut da
sabahladığım gecelere kadar...
Demlidir, koyudur, mattır her şey.
Çünkü gizemini kaybeden
erkek kaybeder.
Ben senin bildiğin erkek değilim.
Beni var eden gözlerin, yani efkâr ve keder...
Gözlerini saklayan kadın kaybeder!

Usandırır beni sensiz şiirler,
Ben senin bildiğin erkek değilim.
Beni şehvet değil aşkın sihirler,
Ben senin bildiğin erkek değilim.

Gördüğüm şehirlerden tut da
bildiğim sırra kadar...
Kirlidir, kirlidir, kirlidir her şey.
Özlemek, intihar etmeye
benzemez mesela.
Hasretinden ölmek diye bir tabir yoktur.
Elimdeki titreme, dilimdeki türküler...
Bir intihar girişiminden kalma değiller.
Özlemek eyleminden hatıralar onlar.
Ey sevdiğim kadın! Senden tut da
aldığım ahlara kadar...
Acıdır, tatlıdır, anıdır her şey.
Çünkü zamanını kazanan
erkek kazanır.
Ben senin bildiğin erkek değilim.
Beni yok eden sözlerin, yani umut ve kahır...
Sözlerini unutan kadın kazanır!

Uyandırır beni kâbustan hayâl,
Ben senin bildiğin erkek değilim.
Zevk sefayı seçmem dururken melâl,
Ben senin bildiğin erkek değilim!

Mavi gözlerimden tut da
sarı saçlarıma kadar...
Sevdalıdır, sevdalıdır, sevdalıdır her şey.
İstemek, resim yapmaya
benzemez mesela.
İstediğini seçmek diye bir tabir yoktur.
Hayalimdeki renkler, şiirimdeki ahenkler...
Bir doğa manzarasından kalma değiller.
İstemek eyleminden hatıralar onlar.
Çizdiğin resimlerden,
yazdığım şiirlere kadar...
Kaderdir, nasiptir, kısmettir her şey.
Çünküsü yok artık, çünküsü yok!
Ben senin bildiğin erkek değilim.
Alâlâde macera isteyen çok...
Ben senin bildiğin erkeklerden değilim!

Bleda YAMAN

KAPI

Bende
Ne kırılacak kalp var artık
Ne çalınacak kapı.

Sende
Ne çalınacak kalp var artık
Ne kırılacak kapı.

Bleda YAMAN